Yaklaşık bir asırdır devam eden zulüm, son bir yıldır soykırım seviyesinde devam ediyor. İsrail’in Gazze’ye ve genel olarak Filistin’e yönelik soykırım saldırıları, uluslararası toplumu, İsrail’in Batıdaki müttefiklerini ve kendi halkını dahi artık tahammül edemeyecekleri bir hale getirdi. Bir yılı aşkın bir süredir devam eden bu kanlı saldırı, mevcut dünyanın üç maymun oynadığı, hukuk ve insanlık gibi değerlerden çok uzakta olduğunu da bir kez daha gözler önüne seriyor. 2023'teki saldırıların kanlı yıl dönümü geldi çattı. Peki son bir yılda neler oldu?
2023 yılı, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının soykırım seviyesinde olduğu bir dönem oldu. Gazze’de gerçekleşen yoğun bombardımanlar, sivil kayıpların artmasına, altyapının çökmesine ve insani bir felaketin kapısının aralanmasına neden oldu. BM ve diğer uluslararası kuruluşların çatışmanın insani boyutunu hafifletme çabaları yetersiz kaldı. Özellikle Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinliler, temel gıdalara, suya ve sağlık hizmetlerine erişim konusunda ciddi sıkıntılar yaşadı. Dünya, İsrail'in saldırgan tutumuna ve Filistin halkının maruz kaldığı adaletsizliğe yeterince ses çıkarmadı, çıkan seste zulmü durdurmaya yetmedi. Uluslararası toplumun birçoğu, İsrail’i destekleyen politikalar güderken, Filistin halkı yıllardır sadece özgürlük, barış ve adalet arayışında. Bugün Gazze’de, Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler, sürekli bir abluka, ekonomik sıkıntılar ve günlük saldırılarla karşı karşıya. Ancak tüm bu baskılara rağmen, Filistin halkı köklerine, tarihine ve kimliğine sımsıkı sarılarak direnmeye devam ediyor.
Son bir yıl içinde İsrail’in yerleşim adını verdiği işgal politikalarının hız kazandığı, Filistin topraklarındaki askeri ilhakını artırdığı ve Batı Şeria’da ele geçirdiği bölgeyi genişlettiği görülüyor. Bu durum, barış umutlarını daha da yok etmiştir. İsrail’in yaklaşık bir asırdır öne sürdüğü iki devletli çözüm düşüncesinden esasında çok uzakta olduğu alenen görülmüştür. Filistin tarafında ise hem Hamas’ın hem de El-Fetih’in siyasi ve askeri stratejileri, İsrail’e karşı direnişin sürekliliğini sağlamaya çalışsa da sonuçları bilhassa son bir yıldır Filistin halkına ağır bedeller ödetiyor. İsrail'in uyguladığı apartheid politikası, sadece Filistinlilerin topraklarına el koymakla kalmıyor, aynı zamanda bir halkın yaşama hakkını da gasp ediyor. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir durum yaşansa, belki de çok daha fazla tepkiyle karşılanırdı. Ancak Filistin’in yalnız bırakılması, Filistin halkının çığlıklarının dünya genelinde duyulmaması, bizleri derin bir sorgulama yapmaya itmeli. Bu sessizlik, aslında zulmün bir parçası haline gelmektir. “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.” diyor Cemil Meriç…
Bu çatışmanın şiddetini azaltmak ve kalıcı bir barış ortamı oluşturmak için sadece bölgesel değil, küresel çapta köklü değişiklikler gerekiyor. İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal politikaları, uluslararası hukuka aykırıdır. Birleşmiş Milletler’in ve uluslararası toplumun bu hukuki temelleri savunmakta daha kararlı bir tutum sergilemesi gerektiğine dair yıllardır çalışmalar yapılıyor. Ne yazık ki Batının inşa ettiği adalet ve uluslararası nizam, ikiyüzlü bir yapıdadır. Haklının değil güçlünün adaleti ile yeryüzünde nizam sağladığını zanneden bu sapkın yönetim anlayışı çoktan miladını doldurmuştur. Öncülüğünü Türkiye’nin üstlendiği, “Dünya beşten büyüktür” mottosu perspektifinde yeni ve daha işlevsel bir modelin ivedi bir şekilde kurulması gerekmektedir. Aksi durumda dünyadaki mevcut sorunların çözümü söz konusu olmayacaktır. İsrail’in uluslararası hukuku ihlal eden uygulamalarına karşı ciddi yaptırımlar yapılmalıydı. Filistin halkının yaşadığı zulüm, uluslararası toplumun gözleri önünde devam ederken etkisiz açıklamalar yerine somut adımlar atılmalıydı. Fakat bir yıl boyunca olması gerekenler değil reel dünyanın acımasız çok yüzlü politikaları gündemi işgal etmiştir.
Bugüne kadar yapılan barış görüşmeleri, genellikle tek taraflı ve İsrail lehine sonuçlanan süreçler oldu. Gerçek barış, Filistinlilerin eşit bir şekilde masaya oturtulmasıyla sağlanabilir. İki tarafın da endişelerini ve taleplerini dikkate alan, adil ve kapsayıcı bir barış süreci inşa edilmelidir. Bunun için uluslararası arabulucuların tarafsız ve çözüm odaklı bir tavır sergilemesi önemlidir. Fakat böylesi bir hakkaniyeti, Birleşmiş Milletler ve onun modern dünyadaki temsilcileri sağlayamayacaktır. Gazze’deki insani kriz, dünyanın en acil sorunlarından biri haline gelmiştir. Gazze Şeridi’nin yeniden inşası, hem ekonomik hem de psikolojik olarak büyük bir yükü hafifletebilir. Uluslararası organizasyonlar diğer uluslararası yardım kuruluşları, bölgeye daha fazla insani yardım ulaştırmalı ve uzun vadeli kalkınma projelerine destek vermelidir. Enkaz maddi ve manevi anlamda kaldırılması çok zor bir durumdadır. Barış sürecinin başarısı, sadece devlet liderlerinin değil, aynı zamanda halkın katılımıyla mümkündür. İsrail ve Filistin’de sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin ve aktivistlerin seslerini daha güçlü bir şekilde duyurabilmesi sağlanmalıdır. Nitekim soykırımın bu kadar kitlesel anlamda duyurulmasının asıl sebebi sivil toplumun inisiyatif almasıdır. Barış yanlısı hareketler teşvik edilmeli ve her iki halk arasında diyalog kanalları oluşturulmalıdır. İki devletli çözümün temeli ancak bu şekilde atılabilir.
Barış, adalet ve eşitlik sağlanmadıkça Ortadoğu’da kalıcı bir çözüm mümkün değildir. İsrail, Gazze ve Filistin’de yaptığı soykırım ve ilhakı bugün bölgesel bir savaşa çekerek meşru bir zemine getirmeye çalışmaktadır. İran’a ve Lübnan’a son dönemdeki saldırıları ve direkt savaş sebebi kabul edilebilecek müdahaleleri ile bu durum açıkça görülmektedir. Olası bir bölgesel savaşın sonuçları tüm aktörlerce telafisi edilemez ölçüde olacaktır. Hem İsrail’de hem de Filistin’de barışı isteyen geniş bir kitle bulunuyor. Bu kitlelerin sesinin daha fazla duyulabilmesi için uluslararası toplumun, efor sarf etmesi gerekmektedir.
Bu sürecin bir yılın sonunda nihayete erdirilebilmesi için gerekli şartlar hala aynıdır. Filistin’in devlet olma hakkı tanınmalı, sınırları ve egemenliği korunmalıdır. İsrail, işgal altındaki bölgelerden çekilmeli ve işgal politikalarına son vermelidir. Filistin ve İsrail halkları arasında güven inşa edilmelidir. Uluslararası toplum, sorumluluklarını yerine getirerek barış sürecini aktif bir şekilde desteklemelidir.
Sonuç olarak, İsrail’in Filistin’i işgali meselesi, çözümü sadece bu iki ülkeyi değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir meseledir. Soykırımı ve savaşı durdurmak için atılacak her adım, insani değerlerin korunmasına ve ortak bir geleceğin inşasına katkı sağlayacaktır. Barış, adalet ve eşitlik içinde bir gelecek için her birimizin üzerine düşen sorumluluklar var. Bu sorumlulukları üstlenmek, sadece bölge halkları için değil, insanlık için bir borçtur. Bugün, Filistin halkına destek olmak, barışa olan inancımızı güçlendirmek anlamına gelir. Çünkü Filistin’in özgürlüğü, sadece bir halkın kurtuluşu değil, dünya üzerindeki tüm mazlum halkların sesi olacaktır. Ve bu ses tüm mazlum coğrafyalardan duyulacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa KÖKMEN
ZULMÜN UTANÇ YIL DÖNÜMÜ
Yaklaşık bir asırdır devam eden zulüm, son bir yıldır soykırım seviyesinde devam ediyor. İsrail’in Gazze’ye ve genel olarak Filistin’e yönelik soykırım saldırıları, uluslararası toplumu, İsrail’in Batıdaki müttefiklerini ve kendi halkını dahi artık tahammül edemeyecekleri bir hale getirdi. Bir yılı aşkın bir süredir devam eden bu kanlı saldırı, mevcut dünyanın üç maymun oynadığı, hukuk ve insanlık gibi değerlerden çok uzakta olduğunu da bir kez daha gözler önüne seriyor. 2023'teki saldırıların kanlı yıl dönümü geldi çattı. Peki son bir yılda neler oldu?
2023 yılı, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının soykırım seviyesinde olduğu bir dönem oldu. Gazze’de gerçekleşen yoğun bombardımanlar, sivil kayıpların artmasına, altyapının çökmesine ve insani bir felaketin kapısının aralanmasına neden oldu. BM ve diğer uluslararası kuruluşların çatışmanın insani boyutunu hafifletme çabaları yetersiz kaldı. Özellikle Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinliler, temel gıdalara, suya ve sağlık hizmetlerine erişim konusunda ciddi sıkıntılar yaşadı. Dünya, İsrail'in saldırgan tutumuna ve Filistin halkının maruz kaldığı adaletsizliğe yeterince ses çıkarmadı, çıkan seste zulmü durdurmaya yetmedi. Uluslararası toplumun birçoğu, İsrail’i destekleyen politikalar güderken, Filistin halkı yıllardır sadece özgürlük, barış ve adalet arayışında. Bugün Gazze’de, Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler, sürekli bir abluka, ekonomik sıkıntılar ve günlük saldırılarla karşı karşıya. Ancak tüm bu baskılara rağmen, Filistin halkı köklerine, tarihine ve kimliğine sımsıkı sarılarak direnmeye devam ediyor.
Son bir yıl içinde İsrail’in yerleşim adını verdiği işgal politikalarının hız kazandığı, Filistin topraklarındaki askeri ilhakını artırdığı ve Batı Şeria’da ele geçirdiği bölgeyi genişlettiği görülüyor. Bu durum, barış umutlarını daha da yok etmiştir. İsrail’in yaklaşık bir asırdır öne sürdüğü iki devletli çözüm düşüncesinden esasında çok uzakta olduğu alenen görülmüştür. Filistin tarafında ise hem Hamas’ın hem de El-Fetih’in siyasi ve askeri stratejileri, İsrail’e karşı direnişin sürekliliğini sağlamaya çalışsa da sonuçları bilhassa son bir yıldır Filistin halkına ağır bedeller ödetiyor. İsrail'in uyguladığı apartheid politikası, sadece Filistinlilerin topraklarına el koymakla kalmıyor, aynı zamanda bir halkın yaşama hakkını da gasp ediyor. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir durum yaşansa, belki de çok daha fazla tepkiyle karşılanırdı. Ancak Filistin’in yalnız bırakılması, Filistin halkının çığlıklarının dünya genelinde duyulmaması, bizleri derin bir sorgulama yapmaya itmeli. Bu sessizlik, aslında zulmün bir parçası haline gelmektir. “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.” diyor Cemil Meriç…
Bu çatışmanın şiddetini azaltmak ve kalıcı bir barış ortamı oluşturmak için sadece bölgesel değil, küresel çapta köklü değişiklikler gerekiyor. İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal politikaları, uluslararası hukuka aykırıdır. Birleşmiş Milletler’in ve uluslararası toplumun bu hukuki temelleri savunmakta daha kararlı bir tutum sergilemesi gerektiğine dair yıllardır çalışmalar yapılıyor. Ne yazık ki Batının inşa ettiği adalet ve uluslararası nizam, ikiyüzlü bir yapıdadır. Haklının değil güçlünün adaleti ile yeryüzünde nizam sağladığını zanneden bu sapkın yönetim anlayışı çoktan miladını doldurmuştur. Öncülüğünü Türkiye’nin üstlendiği, “Dünya beşten büyüktür” mottosu perspektifinde yeni ve daha işlevsel bir modelin ivedi bir şekilde kurulması gerekmektedir. Aksi durumda dünyadaki mevcut sorunların çözümü söz konusu olmayacaktır. İsrail’in uluslararası hukuku ihlal eden uygulamalarına karşı ciddi yaptırımlar yapılmalıydı. Filistin halkının yaşadığı zulüm, uluslararası toplumun gözleri önünde devam ederken etkisiz açıklamalar yerine somut adımlar atılmalıydı. Fakat bir yıl boyunca olması gerekenler değil reel dünyanın acımasız çok yüzlü politikaları gündemi işgal etmiştir.
Bugüne kadar yapılan barış görüşmeleri, genellikle tek taraflı ve İsrail lehine sonuçlanan süreçler oldu. Gerçek barış, Filistinlilerin eşit bir şekilde masaya oturtulmasıyla sağlanabilir. İki tarafın da endişelerini ve taleplerini dikkate alan, adil ve kapsayıcı bir barış süreci inşa edilmelidir. Bunun için uluslararası arabulucuların tarafsız ve çözüm odaklı bir tavır sergilemesi önemlidir. Fakat böylesi bir hakkaniyeti, Birleşmiş Milletler ve onun modern dünyadaki temsilcileri sağlayamayacaktır. Gazze’deki insani kriz, dünyanın en acil sorunlarından biri haline gelmiştir. Gazze Şeridi’nin yeniden inşası, hem ekonomik hem de psikolojik olarak büyük bir yükü hafifletebilir. Uluslararası organizasyonlar diğer uluslararası yardım kuruluşları, bölgeye daha fazla insani yardım ulaştırmalı ve uzun vadeli kalkınma projelerine destek vermelidir. Enkaz maddi ve manevi anlamda kaldırılması çok zor bir durumdadır. Barış sürecinin başarısı, sadece devlet liderlerinin değil, aynı zamanda halkın katılımıyla mümkündür. İsrail ve Filistin’de sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin ve aktivistlerin seslerini daha güçlü bir şekilde duyurabilmesi sağlanmalıdır. Nitekim soykırımın bu kadar kitlesel anlamda duyurulmasının asıl sebebi sivil toplumun inisiyatif almasıdır. Barış yanlısı hareketler teşvik edilmeli ve her iki halk arasında diyalog kanalları oluşturulmalıdır. İki devletli çözümün temeli ancak bu şekilde atılabilir.
Barış, adalet ve eşitlik sağlanmadıkça Ortadoğu’da kalıcı bir çözüm mümkün değildir. İsrail, Gazze ve Filistin’de yaptığı soykırım ve ilhakı bugün bölgesel bir savaşa çekerek meşru bir zemine getirmeye çalışmaktadır. İran’a ve Lübnan’a son dönemdeki saldırıları ve direkt savaş sebebi kabul edilebilecek müdahaleleri ile bu durum açıkça görülmektedir. Olası bir bölgesel savaşın sonuçları tüm aktörlerce telafisi edilemez ölçüde olacaktır. Hem İsrail’de hem de Filistin’de barışı isteyen geniş bir kitle bulunuyor. Bu kitlelerin sesinin daha fazla duyulabilmesi için uluslararası toplumun, efor sarf etmesi gerekmektedir.
Bu sürecin bir yılın sonunda nihayete erdirilebilmesi için gerekli şartlar hala aynıdır. Filistin’in devlet olma hakkı tanınmalı, sınırları ve egemenliği korunmalıdır. İsrail, işgal altındaki bölgelerden çekilmeli ve işgal politikalarına son vermelidir. Filistin ve İsrail halkları arasında güven inşa edilmelidir. Uluslararası toplum, sorumluluklarını yerine getirerek barış sürecini aktif bir şekilde desteklemelidir.
Sonuç olarak, İsrail’in Filistin’i işgali meselesi, çözümü sadece bu iki ülkeyi değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir meseledir. Soykırımı ve savaşı durdurmak için atılacak her adım, insani değerlerin korunmasına ve ortak bir geleceğin inşasına katkı sağlayacaktır. Barış, adalet ve eşitlik içinde bir gelecek için her birimizin üzerine düşen sorumluluklar var. Bu sorumlulukları üstlenmek, sadece bölge halkları için değil, insanlık için bir borçtur. Bugün, Filistin halkına destek olmak, barışa olan inancımızı güçlendirmek anlamına gelir. Çünkü Filistin’in özgürlüğü, sadece bir halkın kurtuluşu değil, dünya üzerindeki tüm mazlum halkların sesi olacaktır. Ve bu ses tüm mazlum coğrafyalardan duyulacaktır.