21.y.y. ilk çeyreği biterken günümüz dünyasında sık sık tartışmalara konu olan bir meselenin muhakeme edilmesi gerektiği fikrindeyim. Memlekette hemen hemen her konuda vuku bulan aciz bir bakış açısıyla; batı kavramlarıyla bir şeyleri açıklama ve anlamlandırma çabası uzun yıllardır süregelen bir hastalık durumuna ulaşmıştır. Siyaset Bilimi disiplininde çoğu zaman Batı düşünce geleneği temel alınır ve bu gelenek çerçevesinde analizler yapılır. Ancak, bu alanda çalışan bireylerin kendi kültür ve medeniyet dönüşümü içerisinde düşünme gerekliliği göz ardı edilmemelidir. Nitekim Batı düşüncesine baktığımızda, siyaset felsefesi ve siyaset bilimi çalışmalarında dini referansların yoğun bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Aziz Augustine ve Thomas Aquinas gibi kilise babalarından Thomas Hobbes ve John Locke gibi modern çağ filozoflarına kadar, İncil ve Tevrat, önemli birer başvuru kaynağı olmuştur.
Örneğin, Hobbes’un Leviathanında İncil’e yapılan atıflar siyaset biliminin temel kavramlarının –özellikle egemenlik ve toplumsal düzen– teolojik kökenlerini çıkarırken ne kadar etkili olduğunu gösterir. Aynı şekilde, Locke’un doğal hukuk anlayışı, yaratılış hikâyesinden ilham alırken, Rousseau toplum sözleşmesini temellendirirken dini kaynaklardan faydalanmıştır. Hukuk, adalet, özgürlük, egemenlik ve meşruiyet gibi temel siyaset kavramlarını tartışırken Batı düşüncesinin bu referanslara başvurduğuna sükûtla tanık oluruz.
Bu çerçevede, bizlerin de İslami kaynakları (Kur’an, Hadis), salt iman ve ibadet boyutunun ötesinde bir kültür, medeniyet ve yaşam biçimi meselesi olarak ele almamız önem arz eder. İslamiyet, bu toprakların köklerinde yer alan bir olgu olarak, tarihsel ve sosyolojik bir birikim sunmaktadır. Düşünürlerimiz ve akademisyenlerimiz, inancı ne olursa olsun, bu mirastan uzak durmamaları gerekir. Zira özellikle Ku’ran-ı Kerim, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda pek çok ufuk açıcı fikre kaynaklık edebilir. Nitekim Firavun ve Hz. Musa kıssası, iktidar ve muhalefet ilişkileri üzerine geliştirilebilecek çok katmanlı bir analiz örneğidir. Bir diğer örnekte Hz. Zülkarneyn, güçlü bir yönetici olarak anlatılır ve fethettiği bölgelerde adalet sağlamasıyla öne çıkar. Bu kıssa, yöneticinin sorumluluğu, adil bir iktidar anlayışı ve halkların güvenliğini sağlama görevine vurgu yapar. Ayrıca, sınır güvenliği ve toplumsal düzen gibi güncel siyasi kavramlarla ilişkilendirilebilir. Hz. Yusuf’un hikayesi, bireysel erdemin, kriz yönetiminin ve adil yönetimin siyaset üzerindeki etkilerini gösterir. Özellikle ekonomik kriz döneminde gıda yönetimi ve halkın refahını sağlama konularında bir yöneticinin görevleri üzerinde durulabilir. Bunun gibi onlarca surede onlarca örnek öne çıkmaktadır. Eleştirisel düşünce ya da postmodernizme yakınlaştırılabilecek perspektiflerin Kur’an-ı Kerim’de izlerini bulmak da mümkündür.
Bu bağlamda, özgün teoriler ve yaklaşımlar geliştirmek için kendi kültürümüzü, medeniyetimizi ve yaşam biçimimizi derinlemesine irdelemek çok daha isabetli olacaktır. Diğer medeniyetlerin ürünlerini ithal etmek onların kavramlarıyla bir şeyleri açıklamak ve anlamlandırmak yerine, kendi tarihsel, dini ve kültürel birikimimize dayanarak yeni bir siyaset ve düşünce dili inşa etmek gerekmektedir. Bunu yaparken yanlış uygulama ve örneklerin cesaret kırıcı etkilerinden kaçınmalıyız. Unutulmamalıdır ki, kendi “mahallemizden” çıkan fikirler, dışarıda üretilenlerden daha anlamlı, kalıcı ve temeli sağlam olacaktır. Sonuç olarak, İslam’ı bir dini inancın ötesinde, bir kültür, bir medeniyet dinamiği ve bir yaşam biçimi olarak algılamak, toplumsal ve siyasal meselelerimize özgün yaklaşımlar geliştirmemize olanak tanıyacaktır. Batı düşüncesinin kutsal metinleri analiz ederek ulaştığı zenginliğin bir benzerini, kendi kaynaklarımızı cesurca irdeleyerek yakalayabiliriz.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa KÖKMEN
Siyaset Biliminde İslami Perspektifin Gücü
21.y.y. ilk çeyreği biterken günümüz dünyasında sık sık tartışmalara konu olan bir meselenin muhakeme edilmesi gerektiği fikrindeyim. Memlekette hemen hemen her konuda vuku bulan aciz bir bakış açısıyla; batı kavramlarıyla bir şeyleri açıklama ve anlamlandırma çabası uzun yıllardır süregelen bir hastalık durumuna ulaşmıştır. Siyaset Bilimi disiplininde çoğu zaman Batı düşünce geleneği temel alınır ve bu gelenek çerçevesinde analizler yapılır. Ancak, bu alanda çalışan bireylerin kendi kültür ve medeniyet dönüşümü içerisinde düşünme gerekliliği göz ardı edilmemelidir. Nitekim Batı düşüncesine baktığımızda, siyaset felsefesi ve siyaset bilimi çalışmalarında dini referansların yoğun bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Aziz Augustine ve Thomas Aquinas gibi kilise babalarından Thomas Hobbes ve John Locke gibi modern çağ filozoflarına kadar, İncil ve Tevrat, önemli birer başvuru kaynağı olmuştur.
Örneğin, Hobbes’un Leviathanında İncil’e yapılan atıflar siyaset biliminin temel kavramlarının –özellikle egemenlik ve toplumsal düzen– teolojik kökenlerini çıkarırken ne kadar etkili olduğunu gösterir. Aynı şekilde, Locke’un doğal hukuk anlayışı, yaratılış hikâyesinden ilham alırken, Rousseau toplum sözleşmesini temellendirirken dini kaynaklardan faydalanmıştır. Hukuk, adalet, özgürlük, egemenlik ve meşruiyet gibi temel siyaset kavramlarını tartışırken Batı düşüncesinin bu referanslara başvurduğuna sükûtla tanık oluruz.
Bu çerçevede, bizlerin de İslami kaynakları (Kur’an, Hadis), salt iman ve ibadet boyutunun ötesinde bir kültür, medeniyet ve yaşam biçimi meselesi olarak ele almamız önem arz eder. İslamiyet, bu toprakların köklerinde yer alan bir olgu olarak, tarihsel ve sosyolojik bir birikim sunmaktadır. Düşünürlerimiz ve akademisyenlerimiz, inancı ne olursa olsun, bu mirastan uzak durmamaları gerekir. Zira özellikle Ku’ran-ı Kerim, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda pek çok ufuk açıcı fikre kaynaklık edebilir. Nitekim Firavun ve Hz. Musa kıssası, iktidar ve muhalefet ilişkileri üzerine geliştirilebilecek çok katmanlı bir analiz örneğidir. Bir diğer örnekte Hz. Zülkarneyn, güçlü bir yönetici olarak anlatılır ve fethettiği bölgelerde adalet sağlamasıyla öne çıkar. Bu kıssa, yöneticinin sorumluluğu, adil bir iktidar anlayışı ve halkların güvenliğini sağlama görevine vurgu yapar. Ayrıca, sınır güvenliği ve toplumsal düzen gibi güncel siyasi kavramlarla ilişkilendirilebilir. Hz. Yusuf’un hikayesi, bireysel erdemin, kriz yönetiminin ve adil yönetimin siyaset üzerindeki etkilerini gösterir. Özellikle ekonomik kriz döneminde gıda yönetimi ve halkın refahını sağlama konularında bir yöneticinin görevleri üzerinde durulabilir. Bunun gibi onlarca surede onlarca örnek öne çıkmaktadır. Eleştirisel düşünce ya da postmodernizme yakınlaştırılabilecek perspektiflerin Kur’an-ı Kerim’de izlerini bulmak da mümkündür.
Bu bağlamda, özgün teoriler ve yaklaşımlar geliştirmek için kendi kültürümüzü, medeniyetimizi ve yaşam biçimimizi derinlemesine irdelemek çok daha isabetli olacaktır. Diğer medeniyetlerin ürünlerini ithal etmek onların kavramlarıyla bir şeyleri açıklamak ve anlamlandırmak yerine, kendi tarihsel, dini ve kültürel birikimimize dayanarak yeni bir siyaset ve düşünce dili inşa etmek gerekmektedir. Bunu yaparken yanlış uygulama ve örneklerin cesaret kırıcı etkilerinden kaçınmalıyız. Unutulmamalıdır ki, kendi “mahallemizden” çıkan fikirler, dışarıda üretilenlerden daha anlamlı, kalıcı ve temeli sağlam olacaktır. Sonuç olarak, İslam’ı bir dini inancın ötesinde, bir kültür, bir medeniyet dinamiği ve bir yaşam biçimi olarak algılamak, toplumsal ve siyasal meselelerimize özgün yaklaşımlar geliştirmemize olanak tanıyacaktır. Batı düşüncesinin kutsal metinleri analiz ederek ulaştığı zenginliğin bir benzerini, kendi kaynaklarımızı cesurca irdeleyerek yakalayabiliriz.