Günümüz dünyasında, toplum içinde bireyin kendisini tanıması, yaşadığı toprakları ve maziyi hatırlaması oldukça zorlaştı. Bize, köklerimizi ve kim olduğumuzu unutturan bu beyhude zaman ve dönemin büyüsüne kapılmış durumdayız.
Modern dünya ne yazık ki, bizİ bize karşı yabancılaştırdı. Kim olduğumuzu sessizce unutturdu.
Önce gözümüzü kör ettiler, sonra bize rol biçerek görmeyi arzu ettikleri resimlerimizi çizdiler. “Siz busunuz,” dediler. “İşte ilerleme, işte medeniyet, işte olmanız gereken” diyerek kendi yollarını tek doğru yol diye dayattılar. Ve biz, ne yazık ki, bu yalanı sorgulamadan içselleştirdik.
Oryantalizmin gölgesi uzun.
Yalnızca akademik bir söylem değil bu; zihnimize, benliğimize, hayallerimize kadar sirayet etmiş bir zihinsel işgal. Batı’nın Doğu’ya baktığı küçümseyici göz, zamanla bizim kendimize bakışımıza dönüştü. Bizi “geri kalmış”, “eksik”, “ilkel” diye tanımlayan bakış açısını, biz kendimize yönelttik. Kendi coğrafyamızda kendimize yabancılaştık.
Oysaki Doğu, bugün Batı’nın “ödünç çaldığı” medeniyeti inşa etmişti.
Hem de derin, köklü, ruhu olan bir medeniyet…
Ama biz, bu medeniyeti hatırlamak yerine Batı’nın aynasında kendimize bakmayı tercih ettik. Modernlik dediler, kalkınma dediler, ilerleme dediler… Hepsi tek bir kalıba sıkıştırılmış, tek bir merkezden türetilmiş kavramlardı. Ve biz, kendi gerçekliğimizi değil, onların bize uygun gördüğü gerçekliği yaşar olduk.
Kapitalizm de bu hikâyenin başka bir yüzü.
Sadece ekonomik bir sistem değil; aynı zamanda bir zihin şekillendirme mekanizması. İnsanı yalnızca tüketen bir varlık olarak konumlandıran bu ideoloji, bizi ruhsuzlaştırdı. Rekabeti kutsarken merhameti küçümsedi. Üretimin kutsallığını değil, tüketimin hazzını yüceltti. “Daha fazlası”nın peşinde koşarken, bizden çalınanları fark edemedik.
Artık uyanmanın zamanı geldi.
Kendimize ait kavramları yeniden inşa etme zamanı…
Kalkınma dediğimiz şey, sadece kişi başına düşen gelir midir? Özgürlük dediğimiz şey, yalnızca sınırsız bireysel tatmin midir? İlerleme dediğimiz şey, vicdanı törpüleyen bir teknoloji yarışı mıdır? Neden bizim adalet anlayışımız Batı’nın terazisinde tartılsın ki? Bizim hikâyemiz başka.
Bizim inancımız, ahlakımız, toplumsal yapımız, varoluş felsefemiz bambaşka bir zemin üzerinde yükseliyor. Elbette Batı’dan öğreneceklerimiz var, ama boyun eğerek değil, karşılıklı anlayışla… Taklit ederek değil, özgünlüğümüzü geliştirerek…
Bilinmelidir ki:
Bir medeniyet sadece teknolojisiyle, binalarıyla değil; insanı merkeze alışıyla, adalet duygusuyla, merhametiyle ayakta durur. Ve biz, bu toprakların çocukları, insanı merkeze alan büyük bir medeniyetin mirasçılarıyız.
Artık bize düşen;
Dayatılan değil, bizim olan bir zihniyeti yeniden kurmak.
Kavramlarımızı, değerlerimizi, yönümüzü yeniden tayin etmek.
Ve tüm dünyaya kendi sesimizle, kendi rengimizle, kendi hakikatimizle konuşmak. Bilhassa Batı’nın dayattığı kavram ve literatürü mülga etmediğimiz sürece onların yörüngesinde, onların perspektifinde dönüp durmaya devam edeceğiz. Medeniyetimizin birikimini örseleyerek modern olamayız.
Her şeye rağmen bu toplumun içinden çıkan hala harikulade mihenk taşları var. Yandı kül oldu dedikleri bu medeniyetin külleri, Batı’nın suni pazarlıklarla öne sürdüğü sahte kahramanları dün olduğu gibi bugünde, yarın da yenecektir. Çünkü bizim anlatacak hakiki bir hikâyemiz var.
Ve o hikâye, bir yerlerden kopyalanarak değil, içimizden doğarak yazıldı. Yavuz Bülent Bakiler’in ifade ettiği gibi…
Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç...
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mustafa KÖKMEN
Yeniden Uyanış, Küllerinden Diriliş...
Günümüz dünyasında, toplum içinde bireyin kendisini tanıması, yaşadığı toprakları ve maziyi hatırlaması oldukça zorlaştı. Bize, köklerimizi ve kim olduğumuzu unutturan bu beyhude zaman ve dönemin büyüsüne kapılmış durumdayız.
Modern dünya ne yazık ki, bizİ bize karşı yabancılaştırdı. Kim olduğumuzu sessizce unutturdu.
Önce gözümüzü kör ettiler, sonra bize rol biçerek görmeyi arzu ettikleri resimlerimizi çizdiler. “Siz busunuz,” dediler. “İşte ilerleme, işte medeniyet, işte olmanız gereken” diyerek kendi yollarını tek doğru yol diye dayattılar. Ve biz, ne yazık ki, bu yalanı sorgulamadan içselleştirdik.
Oryantalizmin gölgesi uzun.
Yalnızca akademik bir söylem değil bu; zihnimize, benliğimize, hayallerimize kadar sirayet etmiş bir zihinsel işgal. Batı’nın Doğu’ya baktığı küçümseyici göz, zamanla bizim kendimize bakışımıza dönüştü. Bizi “geri kalmış”, “eksik”, “ilkel” diye tanımlayan bakış açısını, biz kendimize yönelttik. Kendi coğrafyamızda kendimize yabancılaştık.
Oysaki Doğu, bugün Batı’nın “ödünç çaldığı” medeniyeti inşa etmişti.
Hem de derin, köklü, ruhu olan bir medeniyet…
Ama biz, bu medeniyeti hatırlamak yerine Batı’nın aynasında kendimize bakmayı tercih ettik. Modernlik dediler, kalkınma dediler, ilerleme dediler… Hepsi tek bir kalıba sıkıştırılmış, tek bir merkezden türetilmiş kavramlardı. Ve biz, kendi gerçekliğimizi değil, onların bize uygun gördüğü gerçekliği yaşar olduk.
Kapitalizm de bu hikâyenin başka bir yüzü.
Sadece ekonomik bir sistem değil; aynı zamanda bir zihin şekillendirme mekanizması. İnsanı yalnızca tüketen bir varlık olarak konumlandıran bu ideoloji, bizi ruhsuzlaştırdı. Rekabeti kutsarken merhameti küçümsedi. Üretimin kutsallığını değil, tüketimin hazzını yüceltti. “Daha fazlası”nın peşinde koşarken, bizden çalınanları fark edemedik.
Artık uyanmanın zamanı geldi.
Kendimize ait kavramları yeniden inşa etme zamanı…
Kalkınma dediğimiz şey, sadece kişi başına düşen gelir midir? Özgürlük dediğimiz şey, yalnızca sınırsız bireysel tatmin midir? İlerleme dediğimiz şey, vicdanı törpüleyen bir teknoloji yarışı mıdır? Neden bizim adalet anlayışımız Batı’nın terazisinde tartılsın ki? Bizim hikâyemiz başka.
Bizim inancımız, ahlakımız, toplumsal yapımız, varoluş felsefemiz bambaşka bir zemin üzerinde yükseliyor. Elbette Batı’dan öğreneceklerimiz var, ama boyun eğerek değil, karşılıklı anlayışla… Taklit ederek değil, özgünlüğümüzü geliştirerek…
Bilinmelidir ki:
Bir medeniyet sadece teknolojisiyle, binalarıyla değil; insanı merkeze alışıyla, adalet duygusuyla, merhametiyle ayakta durur. Ve biz, bu toprakların çocukları, insanı merkeze alan büyük bir medeniyetin mirasçılarıyız.
Artık bize düşen;
Dayatılan değil, bizim olan bir zihniyeti yeniden kurmak.
Kavramlarımızı, değerlerimizi, yönümüzü yeniden tayin etmek.
Ve tüm dünyaya kendi sesimizle, kendi rengimizle, kendi hakikatimizle konuşmak. Bilhassa Batı’nın dayattığı kavram ve literatürü mülga etmediğimiz sürece onların yörüngesinde, onların perspektifinde dönüp durmaya devam edeceğiz. Medeniyetimizin birikimini örseleyerek modern olamayız.
Her şeye rağmen bu toplumun içinden çıkan hala harikulade mihenk taşları var. Yandı kül oldu dedikleri bu medeniyetin külleri, Batı’nın suni pazarlıklarla öne sürdüğü sahte kahramanları dün olduğu gibi bugünde, yarın da yenecektir. Çünkü bizim anlatacak hakiki bir hikâyemiz var.
Ve o hikâye, bir yerlerden kopyalanarak değil, içimizden doğarak yazıldı. Yavuz Bülent Bakiler’in ifade ettiği gibi…
Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç...