SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Türkiye'de ‘Lohusa’ rüzgarı

Yazının Giriş Tarihi: 19.02.2024 15:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.02.2024 15:03

Lohusa sendromu, lohusa depresyonu, lohusa dönemi, Postpartum ya da Puerperium.

Nasıl demek isterseniz öyle söyleyin. Doğumdan sonra geçen, 40-45 gün olan süreye denir.

Kadınların fizyolojikruhsalhormonel tüm dengelerin alt üst olduğu bir dönemdir.

Bu dönemde hem bebek anneye, hem anne bebeğe adaptasyon sürecindedir. Bununla beraber, annede iş yapma isteği olmadığı gibi genel olarak sürekli bir uyuma isteği de vardır.

Birdenbire fazlaca yüklenen sorumluluk bilinci, “Bana bir şey olursa, bu bebeğe kim bakar” gibi gelecek kaygılı sorular, anneyi vicdanen bir burukluğa ve üzüntüye itiyor.

Çünkü kalıplaşmış düşünceler, çevredeki insanların yargılayıcı söylemleri, müdahaleleri ve sosyal medya, annelerin daha çok yetersiz hissetmelerine neden olup, çok fazla etkiliyor.

Özellikle kadınların dile getirdiği şeylerden biri, yaşanılan bu zorlu sürecin daha çok konuşulması, bu dönemin önemsenmesi. Anne olmanın yanında, zorlukların neler olduğunun anlatılması gerektiğini düşünüyorlar.

“Yahu sen bunları nerden biliyorsun” diye soruyorsanız Gupse Özay, bir film yaparak anlatmış. Ben de izlediğim için bu kadar rahat konuşuyorum.

Zorlu sürecin anlatılmasının gerekli olduğunu düşünmüş olacak ki, bunun için bir film yapmış.

Filmin adı ‘Lohusa.’

Adından da anlaşılacağı üzere film, bu süreci anlatıyor.

Film, mutlu bir çiftin daha çok anne tarafından yaşadığı bu zorlu günleri tam  tersine komedi ile birleştirmiş ve bence ortaya harika bir iş çıkmış.

Çoğu sahnede, salonunun verdiği reaksiyonlardan, kadınların eşlerine gülerek, “Bak aynı ben.” demeleri dediklerimi destekler nitelikte.

Filmi gişede yukarıya taşıyan unsurların, başında geliyor bence. Anlatılmayan, fazlasıyla konuşulmayan bir konuyu, yazarak filme dönüştüren Gupse Özay ve ona eşlik eden oyuncularla oldukça güzel bir hikaye ortaya çıkarmışlar.

Bu güzel filmin içinde bulunan, filmi daha da güzelleştiren başrollerden biri de, Gupse Özay ‘ın eşini canlandıran Onur Gürçay.

Aynı zamanda müdürüm Osman Gürçay‘ın oğlu.

Ben daha önce Bursa’ya tiyatroya geldiğinde ‘Sıradan Karşılaşmalar’ oyununda Onur Gürçay ile görüşmüş, birkaç dakika oyunla ilgili konuşmuş, sohbet etmiştik.

Şimdi yine, hem kendi ile alakalı, hem film ile alakalı birkaç soru sormak istedim.

Müdürümden telefon numarasını istedim, sağ olsun hemen gönderdi.

Bende soruları hazırlayıp, Onur Gürçay’a gönderdim. O da sağ olsun aradan iki saat geçmeden, sorduğum soruların cevaplarını gönderdi.

Gerçek hayattaki Onur’u, filmde ki ‘Onur’u merak edenler için, sorular ve cevapları aşağıda;

O.E: Hem sinemada, hem tiyatro oyununda sizi izleme fırsatı buldum. Bana göre ikisini de başarılı şekilde sürdürmek oldukça zor. Ve siz oldukça başarılısınız.

Bence bunun için ciddi bir motivasyon kaynağı olması gerek.

Buna bağlı olarak siz, sinema ve tiyatroyu nasıl tanımlarsınız ?

O.G:  Teşekkürler. En önemli motivasyon kaynağım bir hikaye anlatma isteği aslında.

Kamera karşısında ve seyirci karşısında olmak çok farklı çalışma teknikleri gerektiriyor. En basitinden rolünüze hazırlanma şekli bile bambaşka. Tiyatro oyununa hazırlanırken 6-7 haftalık bir çalışma yaparsınız. Seyirciyle buluştuğunuzda artık oynadığınız karaktere neredeyse tamamen hakimsinizdir.

Kamera önündeyse bu kadar hazırlık süreniz çoğunlukla olmaz. Geceli, gündüzlü çalışarak bu arayı kapatırsınız. Ama bence ikisinin ortak noktası senaryodan yola çıkarak yeni anlamlar üretme, bir hikayeyi canlandırma isteği. Benim de oyunculuk mesleğine tutulduğum yer burası.

O.E: Oyunculukta sürekli yükselen ivme, şu  an ‘Lohusa’ filminin başrolü ile devam ediyor.

Bu filmde oynamanız için, ilk teklif kimden geldi ?

O.G: Bu aslında esrarını koruyan bir soru.

Gupse Özay’a sorduğumda beni başrol yapmanın kendi fikri olduğunu söylüyor.

Kıvanç Baruönü ise “yönetmen ben olduğuma göre kararı veren de benim” diyor. Hala net bir sonuca varamadık. Soruşturmam devam ediyor.

Ama aslında beni öneren ilk kişi cast direktörümüz Ahad Kazmaz. Onunla da öncesinde “Oregon” filminde çalışmıştık.

Önce Kıvanç hocayla tanıştık, oturup konuştuk. Sonrasında da Gupse ile sahneleri okuduk. Seçildiğimi öğrendiğimde havalara uçmuştum. Çünkü Gupse ve Kıvanç hocayla bu senaryoda çalışmayı çok istemiştim.

O.E: Film doğumdan sonra  geçen 40 günü, aynı zamanda filme adını veren lohusa dönemini işliyor.

Sizin karaktere adaptasyonunuz bu sürece paralel mi gitti? Yoksa karakteri hemen benimsediniz mi ?

O.G: Çekimler başlamadan önceki hazırlık döneminde zorlandım açıkçası. Çünkü daha öncesinde bu kadar tempolu bir işte oynamamıştım.

O temponun içinde duygular arasında geçişin nasıl olacağını anlamam zaman aldı. Hatta mekanda aldığımız ilk prova sonrası koşa koşa oyuncu bir arkadaşıma gidip sabaha kadar çalışmıştık. Kıvanç hocanın desteğiyle de çekimlerde çok rahat ettim.

O.E: "Onur" karakteri üzerine kendinizden bir kelime, bir hareket, bir davranış, bir bakış veya filmde doğaçlama yaptığınız herhangi bir an var mı ?

O.G: Repliklere bağlı kalmak en başta zorlasa da aslında uzun vadede çok daha işe yarar oluyor benim için. Çünkü iyi bir senaryoda replikler incelikle sıralanıyor. Kendinizi repliklere bırakmanız gerekiyor.

Kendi alışkanlıklarım, kendi kelimelerim tabii ki ağzıma, bedenime daha iyi oturuyor. Ama karakterden de bazı şeyleri götürüyor. Bu pek istemediğim bir şey.

O yüzden Gupse’ye danışmadan pek hareket etmedim. Senaristin, oyun arkadaşım olma imkanlarından faydalandım yani.

Aklımda kalan tek eklenti şu; hastalık öncesi boğaz kaşıntısı olur ya. Abimin bu kaşıntıyı gideren gırtlaktan çıkardığı garip bir ses vardı. Provada o sesi yapmıştım, çok gülününce onu koymuştuk.

O.E: Gerçek hayatta ki Onur, Lohusa filmindeki Onur karakterinin hangi hareketinden nefret eder?

Lohusa filmindeki Onur karakteri, gerçek hayatta ki Onur'un hangi özelliğini  sever?

O.G: Nefret demeyelim de en yadırgadığım hareketi akşamları çıkıp çıkıp arkadaşlarıyla buluşması olmuştu.

Hatta sette de “yahu bu kadar da olmaz” demişliğim var. Anne olmuş bir kaç kişiyle konuşunca bu akşam gezmelerinin abartılı olmadığını anladım. Zira doğumun olacağı gün derbi maçına giden babalar bile varmış.

Oynadığım Onur oldukça sakar bir adam. Beni görse dikkatli halime özenebilirdi.

Son olarak Onur Gürçay’a gerçek hayatta ki Onur’u merak ettiğim için iki soru sordum;

O.E: Çekilmiş herhangi bir film ya da dizide, "Bu karakteri ben oynamak isterdim" dediğiniz bir rol var mı?

O.G: Bu konuda çok maymun iştahlıyım. Tüm güzel senaryolarda oynamak istiyorum diyebilirim.

Ama dönüp dönüp baktığım rol, the King of Comedy filminde Robert De Niro’nun oynadığı Rupert Pupkin karakteridir. Bilemiyorum belki de De Niro o kadar iyi oynadığı için çekici geliyordur bana.

O.E: İleride yönetmenlik, senaristlik, yapımcılık düşünüyor musunuz ?

O.G: Açıkçası şu an için öyle hayallerim yok. Ama gizliden gizliye bir senaryo yazma isteğimin olduğunu da biliyorum. Sadece aceleci davranmak istemiyorum. Oyunculuğu her işte tekrar keşfetmek daha cazip şu an için.

Yönetmenlikse bir çok topu aynı anda çevirebilmeyi gerektiriyor. Sanat, estetik, ekonomi, insan yönetimi gibi konularda iyi olmanız gerekiyor. Benim için biraz korkutucu. Yine de büyük konuşmayayım. Belki de zamanını bekliyorumdur.

İlk tanıştığımız gündeki gibi sıcak, samimi davrandı sağ olsun.

Bu güzel cevapları bana gönderdiğinde de çok mutlu olduğumu tekrardan buraya yazıyor, eğer okuma fırsatı bulursan tekrardan teşekkür ediyorum.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.