Bu yazımda karşınıza çok farklı bir hikâye ile geldim. Bugün aktarmak istediğim aslında hepimizin hayatında bir kere başına gelen yahut gelmemiş olanların ise bir gün kesin olarak başına gelecek bir hikâye…
Geçen hafta evde canım fazlasıyla sıkılmışken ata sporumuz olan ve hepimizin evde canı sıkıldığında yaptığı şeyi yapmak için kolları sıvadım; ‘’sağ solu karıştırmak’’. Bu arada insana gerçekten iyi geliyor, kesin olarak insana bir uğraş çıkartıyor. Televizyon ünitesinin altından başladığım arayışım ilk baktığım yerde son buldu. Hayat, insana her zaman bu kadar cömert davranmıyor. Ben hayatın bu cömertliğini ne yazık ki evde can sıkıntısından harcamış bulundum.
Televizyon ünitesinde, daha önce bin bir hevesle aldığım ama henüz daha kapağını bir kere bile açmadığım kokusu ve tozu üzerinde birkaç kitap buldum. Evet hepimizde olduğu gibi(!) daha doğrusu çoğumuzda olmadığı gibi benimde evimde kitaplık yok. Ve bende bir çoğumuz gibi kitaplarımı televizyon ünitesinde muhafaza ediyorum.
Evet şimdi gerçeklerimizi bir kenara bırakıp hikayemize dönecek olursak; ünitenin altında ‘’Sait Faik Abasıyanık’tan Seçme Hikayeler’’ eserini aldım ve kapağını açıp ilk hikâyeyi okumaya başladım.
‘’Stelyanos Hrisopulos Gemisi’’ hikayesinde Sait Faik kışları sert lodosu, yazları ise muhteşem bir sıcağı olan, insanlarının ise fevkalade hain olduğu küçük bir adada yaşayan Stelyanos Hrisopulos isimli bir balıkçı ve torunu Trifon’un hayatından kısa bir kesit anlatıyor. Stelyanos her şeyini kaybetmiş bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı bu hayatta birçok şeyini kaybetmiş olan bizler gibi... Hayatını torunu Trifon’un mutluluğuna adamış bir dede figürü öne çıkıyor. Tıpkı kendini bizim mutluluğumuza adayan annelerimiz, babalarımız kimilerinin dedesi, nenesi gibi tam bir yurdum insanı esasında...
Trifon ise hayalperest bir ufaklık kimliğiyle, hayalleri ve ufku yaşadığı o küçük adanın çok çok ötesinde olan, çalışkan, ahlaklı, kimsenin tavuğuna kış bile demeyen, kendi halinde garibimin biri…
Hepimizin olduğu gibi küçük Trifon’un da sahip olduğu güzel bir hayali var.
Mavi gövdeli, beyaz şeritleri olan bir gemi yapmak ve denize indirmek.
Bu arada hayalleri için mücadele edecek kadar da yürekli küçük Trifon…
Belki de biz onun kadar yürekli değiliz.
Kaç hayalimi yarım bıraktım bilmiyorum.
Siz kaç hayalinizi yarım bıraktınız bir sayın isterseniz.
Trifon cesaretle ve kararlılıkla hayalindeki gemiyi inşa etmeye başlıyor.
Elbette boyundan büyük bir işe kalkıştığı için, kışları sert lodosu, yazları korkunç sıcağı olan küçük adanın hain insanları ona etmediğini bırakmıyor. Alaycı bakışlar, küçümseyici sözler, ama hayalleri kendisinden büyük olan Trifon elbette vazgeçmiyor.
Çünkü bizden daha yürekli...
Bin bir zahmet ve emekle yapıp bitirdiği gemisine, her koşulda yanında olan dedesinin ismini veriyor. Trifon ‘’Stelyanos Hrisopulos’’…
Hikâyeye göre gemi o kadar güzel olur ki dilden dile yayılır. Herkes Trifon’un Gemisi Stelyanos Hrisopulos’u konuşur olmuş. Nihayet geminin suya inme vakti gelmiştir. Trifon gemiyi denize indirecek olan kızakları hazırlayıp, yarın sabahı heyecanla beklemek için evin yolunu tutar. Adanın hain insanları ise acımasız planlarını yapmışlar. Gemi denize indiğinde batırmak için soba bacaklarından bir düzenek hazırlamışlardı.
Ertesi gün Trifon ise olan biten her şeyden habersiz, büyük bir hevesle gemisini suya indirdiğinde, hain insanlar bütün düzeneği devreye sokar ve Trifon’un gemisini batırırlar.
O gün denizin karanlığına doğru çekilen sadece bir gemi değildir.
Denizin serin sularına çekilen Trifon’un hayalleriydi aslında...
Hikâye şimdi sizlere de ne kadar tanıdık geldi değil mi?
Ne zaman bir hayalimiz olsa ve dile getirsek bizim şahsi adamızın hain insanları tarafından alaycı bakışlara ve sözlere maruz kaldık. Yüzümüze inşallah başarırsın deyip, içlerinden başarısızlığımız üzerine dualar edildi. Hayallerimizi bir bir batırışımızı ya izlediler ya da batması için oyun kurdular.
Artık her birimizin Tatar Ramazan misali çıkıp ‘’Ben bu oyunu bozarım’’ deme vakti gelmedi mi?
Sizi bilmem ama ben bu oyunu bozarım!!!
Vesselam
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Samet Karakaya
TRİFONUN GEMİSİ: STELYANOS HRİSOPULOS
Bu yazımda karşınıza çok farklı bir hikâye ile geldim. Bugün aktarmak istediğim aslında hepimizin hayatında bir kere başına gelen yahut gelmemiş olanların ise bir gün kesin olarak başına gelecek bir hikâye…
Geçen hafta evde canım fazlasıyla sıkılmışken ata sporumuz olan ve hepimizin evde canı sıkıldığında yaptığı şeyi yapmak için kolları sıvadım; ‘’sağ solu karıştırmak’’. Bu arada insana gerçekten iyi geliyor, kesin olarak insana bir uğraş çıkartıyor. Televizyon ünitesinin altından başladığım arayışım ilk baktığım yerde son buldu. Hayat, insana her zaman bu kadar cömert davranmıyor. Ben hayatın bu cömertliğini ne yazık ki evde can sıkıntısından harcamış bulundum.
Televizyon ünitesinde, daha önce bin bir hevesle aldığım ama henüz daha kapağını bir kere bile açmadığım kokusu ve tozu üzerinde birkaç kitap buldum. Evet hepimizde olduğu gibi(!) daha doğrusu çoğumuzda olmadığı gibi benimde evimde kitaplık yok. Ve bende bir çoğumuz gibi kitaplarımı televizyon ünitesinde muhafaza ediyorum.
Evet şimdi gerçeklerimizi bir kenara bırakıp hikayemize dönecek olursak; ünitenin altında ‘’Sait Faik Abasıyanık’tan Seçme Hikayeler’’ eserini aldım ve kapağını açıp ilk hikâyeyi okumaya başladım.
‘’Stelyanos Hrisopulos Gemisi’’ hikayesinde Sait Faik kışları sert lodosu, yazları ise muhteşem bir sıcağı olan, insanlarının ise fevkalade hain olduğu küçük bir adada yaşayan Stelyanos Hrisopulos isimli bir balıkçı ve torunu Trifon’un hayatından kısa bir kesit anlatıyor. Stelyanos her şeyini kaybetmiş bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı bu hayatta birçok şeyini kaybetmiş olan bizler gibi... Hayatını torunu Trifon’un mutluluğuna adamış bir dede figürü öne çıkıyor. Tıpkı kendini bizim mutluluğumuza adayan annelerimiz, babalarımız kimilerinin dedesi, nenesi gibi tam bir yurdum insanı esasında...
Trifon ise hayalperest bir ufaklık kimliğiyle, hayalleri ve ufku yaşadığı o küçük adanın çok çok ötesinde olan, çalışkan, ahlaklı, kimsenin tavuğuna kış bile demeyen, kendi halinde garibimin biri…
Hepimizin olduğu gibi küçük Trifon’un da sahip olduğu güzel bir hayali var.
Mavi gövdeli, beyaz şeritleri olan bir gemi yapmak ve denize indirmek.
Bu arada hayalleri için mücadele edecek kadar da yürekli küçük Trifon…
Belki de biz onun kadar yürekli değiliz.
Kaç hayalimi yarım bıraktım bilmiyorum.
Siz kaç hayalinizi yarım bıraktınız bir sayın isterseniz.
Trifon cesaretle ve kararlılıkla hayalindeki gemiyi inşa etmeye başlıyor.
Elbette boyundan büyük bir işe kalkıştığı için, kışları sert lodosu, yazları korkunç sıcağı olan küçük adanın hain insanları ona etmediğini bırakmıyor. Alaycı bakışlar, küçümseyici sözler, ama hayalleri kendisinden büyük olan Trifon elbette vazgeçmiyor.
Çünkü bizden daha yürekli...
Bin bir zahmet ve emekle yapıp bitirdiği gemisine, her koşulda yanında olan dedesinin ismini veriyor. Trifon ‘’Stelyanos Hrisopulos’’…
Hikâyeye göre gemi o kadar güzel olur ki dilden dile yayılır. Herkes Trifon’un Gemisi Stelyanos Hrisopulos’u konuşur olmuş. Nihayet geminin suya inme vakti gelmiştir. Trifon gemiyi denize indirecek olan kızakları hazırlayıp, yarın sabahı heyecanla beklemek için evin yolunu tutar. Adanın hain insanları ise acımasız planlarını yapmışlar. Gemi denize indiğinde batırmak için soba bacaklarından bir düzenek hazırlamışlardı.
Ertesi gün Trifon ise olan biten her şeyden habersiz, büyük bir hevesle gemisini suya indirdiğinde, hain insanlar bütün düzeneği devreye sokar ve Trifon’un gemisini batırırlar.
O gün denizin karanlığına doğru çekilen sadece bir gemi değildir.
Denizin serin sularına çekilen Trifon’un hayalleriydi aslında...
Hikâye şimdi sizlere de ne kadar tanıdık geldi değil mi?
Ne zaman bir hayalimiz olsa ve dile getirsek bizim şahsi adamızın hain insanları tarafından alaycı bakışlara ve sözlere maruz kaldık. Yüzümüze inşallah başarırsın deyip, içlerinden başarısızlığımız üzerine dualar edildi. Hayallerimizi bir bir batırışımızı ya izlediler ya da batması için oyun kurdular.
Artık her birimizin Tatar Ramazan misali çıkıp ‘’Ben bu oyunu bozarım’’ deme vakti gelmedi mi?
Sizi bilmem ama ben bu oyunu bozarım!!!
Vesselam