Çok kısa, çok hızlı, çok yorucu, çok lezzetli bir turu, çok güzel insanlarla birlikte yaşadım ve belleğime kazıdım. Başlarken dediğim gibi tabi ki ; bu kadar dar zaman içinde yapılan etkinlikte şöyle olsaydı böyle olmasaydı diye içimizden geçirdiğimiz şeyler olmuştur ama maharet onları çöpe atıp güzellikleri anmaktır. Bursa Mimarlar Odası Üyeleri ve İnşaat sektörünün paydaşlarından oluşan böyle kaliteli bir grup ile yaptığım seyahatten razıyım. Serkan Rodop şahsında Konkar Turizm ve gezi ekibine çok teşekkür ediyorum.
Haber Giriş Tarihi: 29.10.2025 12:57
Haber Güncellenme Tarihi: 29.10.2025 14:25
Kaynak:
Osman GÜRÇAY
Her şey Armutköylü Güven’in bahçesinde kendi elleri ile pişirip ikram ettiği Turna balığı ziyafeti ile başladı. Yemekte Kemal Müezzinoğlu ve bildiğim ama tanışmadığımız Konkar Turizmin sahibi Serkan Rodop vardı. Ortak dostlarımızı konuştuk ve Mimarlar Odasının organizasyonu ile kısa Balkan turu düzenlediğini söyledi ve vize sorunumuz yoksa katılmamızı önerdi.
Ben ŞENGEN vize sorunumuz olmadığını ama YENGEN vizesi almanın zorluklarından bahsedince anında operasyon çekerek YENGEN vizesi alamazsak onları tura alırız dedi ve işi bitirdi.
Grup gezilerine çıkarken kendime bir söz veririm, hiçbir şeyi kafama takmam, yaşadığım güzellikleri cebime koyar, sorunları anında çöpe atarım.
Gerisini yaşayacağım kısa bir öykünün kaderine bırakırım.
Bu geziye de bu kafa ile çıktım ama çöpe atacağım tek bir anım olmadı.
Bir kez daha gördüm ki; işte, üretimde, sohbette olduğu gibi tatilde de kaliteyi yaratanlar kaliteli insanlardır.
Onlar kendilerini ifade ederken biraz arızalı, biraz çılgın dediler ama çoğunluğunu mimarların oluşturduğu gezi grubun da olduğu gibi tanıdığım mimarların hepsi çok kaliteli, sohbetleri tatlı insanlardır.
Ben de yepyeni dostlar edindim, eski dostlarımla karşılaştım. Serkan Reis mikrofonu her eline aldığında ödemden kaynaklanan kilomu abartınca onlar da beni sevabına korumaya aldılar.
22 Ekim akşam üzeri yola çıktığımızda programa hiç bakmadığımı fark ettim ama yaklaşık 50 saatte Türkiye dahil 4 ülkeye ayak basıp Ohri’ye ulaşınca (Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan, K. Makedonya) yaşayarak öğrendim. Bazen uçakla seyahatte bile üç ülkeden geçmiyorsun.
Bu da yaptığımız turun hızını anlatıyor. İhtiyaç molaları ve sınır geçişleri dışında bu sürenin içinde Kavala tarih turu, Selanik molası da cabası oldu. Selanik’e iki ay önce geldiğimde Atatürk evinin restorasyonu devam ediyordu ama bu kez özellikle dış cephenin bütün güzelliği ile bittiğine tanık olduk. Tam açılışın 10 Kasım’a yetişeceği bilgisini aldık.
Saat farkından dolayı 25 saat yaşadığımız günün akşamında OHRİ ye vardık ve otele yerleştik. O akşam tavernada eğlendik ama yorgunluk had safhada olduğundan 22.00 gibi yattık. İşte o anda sanki daha önce hiç kullanmamışım gibi yatak denen şeyi icat edene rahmet okudum.
Sabah 06:00 da “koğuş kalk” kıvamında kapılarımızın çalınması ile uyandık.
Kahvaltı ederken başlayan yağmur yola çıktığımız anda bize bir gökkuşağı armağan ederek yerini günlük güneşlik bir havaya bıraktı.
Önce St. Naum Manastırı ve eteklerindeki Ohri Gölünü besleyen pınarların olduğu bölgeye gittik. Naum Manastırının özelliği İncil’in kiril alfabesi ile burada yazılarak Ortodoks mezhebinin ilk adımının atıldığı yer olmasıdır.
Manastır’dan indiğimizde aşağıda bizi doğal cennet karşıladı. Milli Park ilan edilen bölgede su kirlemesin diye motorlu kayıklar kullanılması yasaktı ve yolakları kürekli kayıklarla gezdik.
Kayıkta beni yaşımdan dolayı denge unsuru olarak kıç ortaya oturttukları için haliyle kayığın burnu havada yani havalı gezmeye başlayınca, kıskanan komşu kayıklar bizim kayık batacak diye dedikodu çıkardılar.
Bölgenin bu kadar güzel korunmasını ve insanların yasaklara uymasını takdirle ve kıskançlıkla karşıladım.
Kahve istedim geldi ama yanındaki su bardağı boştu. Su istedim garson bardağı göle daldırdı ve dolu bardağı içti. Ben cesaret edemedim içerden getir dedim. Bardak dolu geldi ama nereden doldurduğunu hala bilmiyorum ama inanılmaz kaliteli ve lezzetli su içtim.
Kuzey Makedonya’da sürekli su içtim ve tadına doyamadım.
Uzungöl aklıma düştü hüzünlendim.
Uludağ’ın etekleri aklıma geldi üzüldüm.
Uludağ’ı betona çeviren sermayesi büyük, ufukları küçük işletmeler ve beyinler aklıma geldi sinirlendim.
Bütün faturayı kabız, ne yaptığını bilmeyen, vizyon fukarası siyasete çıkardım.
Türkiye cennet masalını anlatmadan vazgeçerek değerlerimize sahip çıkmazsak, cehennem gibi bir ülke bize çok uzak değil.
Bunu Balkan coğrafyasını gezen benim gibi ortalama zekası olan herkes fark eder.
OHRİD merkez de koruma altında ve çok güzel bir belde olarak kalbimdeki yerini aldı.
Avrupalı insanların kafalarının hiç çalışmadığını OHRİD de anladım, eski binaları yıkıp gökdelenler yapmak yerine eskilerin tamiri ile uğraşıyorlar.
OHRİD ‘i ver TOKİ ye birkaç yılda nasıl cehenneme çevirir gözlerinle görürsün.
Üsküp’e doğru yola çıktık.
Yolumuz üzerinde olan Tetova ( Kalkandelen) beldesine uğradık ve Alaca Camiini ziyaret ettik. Sevgili Dostlarım Nihat, Suat ve Serkan Sapan’ın baba ve annesinin ata ocağında gezi yoldaşım olan Serkan ile Suat’ımızı rahmetle ve özlemle andık.
Üsküp’e vardığımızda gün akşam olmuştu.
Taş Köprü, Tarihi Çarşı ve Üsküp Meydanı gezildi.
Triliçe ve kuru fasulyenin tadına bakıldı.
Sabah her zamanki gibi erken kalkıldı ve Matka Kanyonuna doğru yola çıkıldı.
Yemyeşil doğası, bereketli toprakları, dört bir yanımızda akan pırıl pırıl dereleri ve muhteşem yapılardan oluşan düzenli köyleri geçerek Matka Kanyonu otobüs parkına vardığımızda, kanyonun kalbine yaklaşık 1200 metre tırmanış olduğunu ve teknelere binmek için toplu çıkışın önemini öğrenerek yola çıktım ama ilk 100 metrede 50 metre fark yiyince beyaz bayrak çekerek teslim olmaya karar verdim. O anda bir Off Road aracı yanımda geçti. Bunu hayırlı bir işaret olarak yorumlayıp beklerken bir araç daha belirdi ve bütün cazibemi kullanarak klasik otostop hareketini yaptım ve başardım. Az ilerde yola revan olan yoldaşlarımdan Serkan ve iki arkadaşımı da arkaya atarak bizi kıskanan bakışların arasında Matka Kanyonunun kalbine ulaştık.
Bizi bekleyen teknelere binip kanyonun içindeki muhteşem geziye başladık…
Yoldaşlarımın Serkan Rodop’un gezi boyu balata ısınmasını bile bana bağlayarak sanki kilolu imişim gibi yarattığı algı ile benimle aynı teknede olmama konusundaki dikkatlerini hala çözemedim….
Matka Kanyonu’ da bir doğa mucizesi idi. Anlatması gerçekten imkansız ve yaşamak gerek diyorum.
Benim mazlum ülkemde de bunlardan vardı ama en azından Bursa’da son 60 yılda bir çoğunu insan eliyle katlettiğimizi yaşayarak biliyorum.
Matka Kanyonundan çıkarak Bulgaristan Sofya’ya doğru yola çıktık.
Tabi ki, Ulu Önder Atatürk’ün okuduğu Askeri İdadinin bulunduğu Manastır’a uğramadan olmazdı.
Okul muhteşem bir şekilde restore edilmiş ve özünü korumuştu.
Dış görünümünden etkilenerek, içeri girdiğinizde kendinizi Mustafa Kemal’in okula başladığı 1896 yılında buluyorsunuz.
Duygularınız şelale oluyor ve içinize ağlıyorsunuz.
Yaş büyüğü olarak anı defterini benim yazmamı istediler.
Ben de “ Askeri Lise öğrencisi Mustafa Kemal bu okulda okudu ve o öğrenci Türk milletinin kurtarıcısı, bütün mazlum ulusların özgürlük ve barış umudu ATATÜRK oldu”
K. Makedonya AB üyesi olmadığından sınır giriş ve çıkışlarında pasaport kontrolü ve gümrük işlemleri uygulandı. Buralarda kaptanlarımız Vedat ve Erhan’ın yarattığı mucizelerle sorunsuz olarak geçişlerimizi tamamladık.
50 kişilik otobüsün sadece tahliye ve ikmali 20 dakika sürerken, Serkan Rodop’un ihtiyaç molası veriyorum “15 dakika sonra teker döner” komutlarını bile yumuşatan Vedat ve Erhan’a teşekkür ediyorum.
Akşama doğru Sofya’ya vardık önce Katedral gezildi, ardından Cumhurbaşkanlığı, Parlamento, bakanlıklar ve elçiliklerin bulunduğu hükümet meydanında tarihi binaların arasında dolaştık ve özenle seçilmiş otelimize vardık.
Odaya yerleştikten sonra iki seçenekli bir gece yaşadık.
Bir grup eğlenceli bir Sofya gecesine katıldı.
Bir grup muhteşem bir lokantada önce 30 dakika sıra bekleyerek yemek yedikten sonra otele dönüp çarkı felek çevirmeyi seçti.
Sabah Serkan Reis’in 10:00 da Filibe’ye hareket diyerek bize 2 saat gibi büyük bir lütufta bulunmasını minnetle karşıladık.
Kapıkule’den önce son durak olan güzelim Filibe’ye vardık.
Merkezde indik ve araç trafiğine kapalı olan ünlü cadde ve meydanını geçerek caminin altındaki kafelerde oturup çay ile özlem giderdik.
Filibe o kadar güzel bir şehir ki; günü birlik geziye de değer, üç gün konaklamak dahi yetmez.
Bursa özelinde bir şey yaparız ama yarım yamalak yaparız.
Cumhuriyet Caddesini boydan boya restore ederiz ama araç trafiğini kapatmak bir yana üstüne tramvay ekleriz. Oysa boydan boya trafikten arınmış muhteşem bir lezzet çarşısı olabilir.
Hanlar bölgesi için milyarlar harcarız ama gün batımında işletmeler kapanır, ışıklar kapanır ve insansızlaşır.
Bursa’ nın en değerli hazinelerinden biri olan Eski Kaplıca ve Armutlu Hamamı kapatılmış bir şekilde ölümü beklerken kimsenin sesi çıkmazken bizde 1. 4 gecelemeyi 4 de çıkaracağız masalı anlatan turizmcilik oynayan kurumlarımız vardır.
Bunları bir otobüse bindirip Plovdiv’i gezme cezası vereceksin ki aydınlansınlar.
Kapıkule’den sorunsuz bir şekilde geçerek vatan topraklarına ayak bastığımızda Serkan Reis’ten bir jest daha geldi ve Edirne’de Selimiye Camii meydanında Edirne Ciğeri yedik.
Laf aramızda bizim Ulucami ye giderken tarihi çarşıdaki ciğercimiz buna tur bindirir.
Saat 20:00 sıralarında Muhteşem Selimiye’nin karanlıklar içinde olduğunu görünce “Hah şimdi Türkiye’deyiz” dedim.
Neden ışıklandırılmadığını sordum.
Cami restorasyonda dediler.
Biz içeri girmeyeceği ki; dört minare ile kubbeye birer ışık tutmak çok mu zor dedim.
Doğru “ama” dediler…
Ama kısmı cümlenin sonrasını hükümsüz kıldığından tam da bizi anlatıyor.
Bursa’ya saat 03:00 gibi vardık.
Çok kısa, çok hızlı, çok yorucu, çok lezzetli bir turu, çok güzel insanlarla birlikte yaşadım ve belleğime kazıdım.
Başlarken dediğim gibi tabi ki ; bu kadar dar zaman içinde yapılan etkinlikte şöyle olsaydı böyle olmasaydı diye içimizden geçirdiğimiz şeyler olmuştur ama maharet onları çöpe atıp güzellikleri anmaktır.
Bursa Mimarlar Odası Üyeleri ve İnşaat sektörünün paydaşlarından oluşan böyle kaliteli bir grup ile yaptığım seyahatten razıyım.
Serkan Rodop şahsında Konkar Turizm ve gezi ekibine çok teşekkür ediyorum.
Meraklıları için adettendir yazmadan olmaz. Gazeteci değil, tur sakini olarak katıldığım bu güzel etkinliğin bütçesini, ekstralar dahil kendim karşıladım.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Bir Balkan Turu Hikayesi…
Çok kısa, çok hızlı, çok yorucu, çok lezzetli bir turu, çok güzel insanlarla birlikte yaşadım ve belleğime kazıdım. Başlarken dediğim gibi tabi ki ; bu kadar dar zaman içinde yapılan etkinlikte şöyle olsaydı böyle olmasaydı diye içimizden geçirdiğimiz şeyler olmuştur ama maharet onları çöpe atıp güzellikleri anmaktır. Bursa Mimarlar Odası Üyeleri ve İnşaat sektörünün paydaşlarından oluşan böyle kaliteli bir grup ile yaptığım seyahatten razıyım. Serkan Rodop şahsında Konkar Turizm ve gezi ekibine çok teşekkür ediyorum.
Her şey Armutköylü Güven’in bahçesinde kendi elleri ile pişirip ikram ettiği Turna balığı ziyafeti ile başladı. Yemekte Kemal Müezzinoğlu ve bildiğim ama tanışmadığımız Konkar Turizmin sahibi Serkan Rodop vardı. Ortak dostlarımızı konuştuk ve Mimarlar Odasının organizasyonu ile kısa Balkan turu düzenlediğini söyledi ve vize sorunumuz yoksa katılmamızı önerdi.
Ben ŞENGEN vize sorunumuz olmadığını ama YENGEN vizesi almanın zorluklarından bahsedince anında operasyon çekerek YENGEN vizesi alamazsak onları tura alırız dedi ve işi bitirdi.
Grup gezilerine çıkarken kendime bir söz veririm, hiçbir şeyi kafama takmam, yaşadığım güzellikleri cebime koyar, sorunları anında çöpe atarım.
Gerisini yaşayacağım kısa bir öykünün kaderine bırakırım.
Bu geziye de bu kafa ile çıktım ama çöpe atacağım tek bir anım olmadı.
Bir kez daha gördüm ki; işte, üretimde, sohbette olduğu gibi tatilde de kaliteyi yaratanlar kaliteli insanlardır.
Onlar kendilerini ifade ederken biraz arızalı, biraz çılgın dediler ama çoğunluğunu mimarların oluşturduğu gezi grubun da olduğu gibi tanıdığım mimarların hepsi çok kaliteli, sohbetleri tatlı insanlardır.
Ben de yepyeni dostlar edindim, eski dostlarımla karşılaştım. Serkan Reis mikrofonu her eline aldığında ödemden kaynaklanan kilomu abartınca onlar da beni sevabına korumaya aldılar.
22 Ekim akşam üzeri yola çıktığımızda programa hiç bakmadığımı fark ettim ama yaklaşık 50 saatte Türkiye dahil 4 ülkeye ayak basıp Ohri’ye ulaşınca (Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan, K. Makedonya) yaşayarak öğrendim. Bazen uçakla seyahatte bile üç ülkeden geçmiyorsun.
Bu da yaptığımız turun hızını anlatıyor. İhtiyaç molaları ve sınır geçişleri dışında bu sürenin içinde Kavala tarih turu, Selanik molası da cabası oldu. Selanik’e iki ay önce geldiğimde Atatürk evinin restorasyonu devam ediyordu ama bu kez özellikle dış cephenin bütün güzelliği ile bittiğine tanık olduk. Tam açılışın 10 Kasım’a yetişeceği bilgisini aldık.
Saat farkından dolayı 25 saat yaşadığımız günün akşamında OHRİ ye vardık ve otele yerleştik. O akşam tavernada eğlendik ama yorgunluk had safhada olduğundan 22.00 gibi yattık. İşte o anda sanki daha önce hiç kullanmamışım gibi yatak denen şeyi icat edene rahmet okudum.
Sabah 06:00 da “koğuş kalk” kıvamında kapılarımızın çalınması ile uyandık.
Kahvaltı ederken başlayan yağmur yola çıktığımız anda bize bir gökkuşağı armağan ederek yerini günlük güneşlik bir havaya bıraktı.
Önce St. Naum Manastırı ve eteklerindeki Ohri Gölünü besleyen pınarların olduğu bölgeye gittik. Naum Manastırının özelliği İncil’in kiril alfabesi ile burada yazılarak Ortodoks mezhebinin ilk adımının atıldığı yer olmasıdır.
Manastır’dan indiğimizde aşağıda bizi doğal cennet karşıladı. Milli Park ilan edilen bölgede su kirlemesin diye motorlu kayıklar kullanılması yasaktı ve yolakları kürekli kayıklarla gezdik.
Kayıkta beni yaşımdan dolayı denge unsuru olarak kıç ortaya oturttukları için haliyle kayığın burnu havada yani havalı gezmeye başlayınca, kıskanan komşu kayıklar bizim kayık batacak diye dedikodu çıkardılar.
Bölgenin bu kadar güzel korunmasını ve insanların yasaklara uymasını takdirle ve kıskançlıkla karşıladım.
Kahve istedim geldi ama yanındaki su bardağı boştu. Su istedim garson bardağı göle daldırdı ve dolu bardağı içti. Ben cesaret edemedim içerden getir dedim. Bardak dolu geldi ama nereden doldurduğunu hala bilmiyorum ama inanılmaz kaliteli ve lezzetli su içtim.
Kuzey Makedonya’da sürekli su içtim ve tadına doyamadım.
Uzungöl aklıma düştü hüzünlendim.
Uludağ’ın etekleri aklıma geldi üzüldüm.
Uludağ’ı betona çeviren sermayesi büyük, ufukları küçük işletmeler ve beyinler aklıma geldi sinirlendim.
Bütün faturayı kabız, ne yaptığını bilmeyen, vizyon fukarası siyasete çıkardım.
Türkiye cennet masalını anlatmadan vazgeçerek değerlerimize sahip çıkmazsak, cehennem gibi bir ülke bize çok uzak değil.
Bunu Balkan coğrafyasını gezen benim gibi ortalama zekası olan herkes fark eder.
OHRİD merkez de koruma altında ve çok güzel bir belde olarak kalbimdeki yerini aldı.
Avrupalı insanların kafalarının hiç çalışmadığını OHRİD de anladım, eski binaları yıkıp gökdelenler yapmak yerine eskilerin tamiri ile uğraşıyorlar.
OHRİD ‘i ver TOKİ ye birkaç yılda nasıl cehenneme çevirir gözlerinle görürsün.
Üsküp’e doğru yola çıktık.
Yolumuz üzerinde olan Tetova ( Kalkandelen) beldesine uğradık ve Alaca Camiini ziyaret ettik. Sevgili Dostlarım Nihat, Suat ve Serkan Sapan’ın baba ve annesinin ata ocağında gezi yoldaşım olan Serkan ile Suat’ımızı rahmetle ve özlemle andık.
Üsküp’e vardığımızda gün akşam olmuştu.
Taş Köprü, Tarihi Çarşı ve Üsküp Meydanı gezildi.
Triliçe ve kuru fasulyenin tadına bakıldı.
Sabah her zamanki gibi erken kalkıldı ve Matka Kanyonuna doğru yola çıkıldı.
Yemyeşil doğası, bereketli toprakları, dört bir yanımızda akan pırıl pırıl dereleri ve muhteşem yapılardan oluşan düzenli köyleri geçerek Matka Kanyonu otobüs parkına vardığımızda, kanyonun kalbine yaklaşık 1200 metre tırmanış olduğunu ve teknelere binmek için toplu çıkışın önemini öğrenerek yola çıktım ama ilk 100 metrede 50 metre fark yiyince beyaz bayrak çekerek teslim olmaya karar verdim. O anda bir Off Road aracı yanımda geçti. Bunu hayırlı bir işaret olarak yorumlayıp beklerken bir araç daha belirdi ve bütün cazibemi kullanarak klasik otostop hareketini yaptım ve başardım. Az ilerde yola revan olan yoldaşlarımdan Serkan ve iki arkadaşımı da arkaya atarak bizi kıskanan bakışların arasında Matka Kanyonunun kalbine ulaştık.
Bizi bekleyen teknelere binip kanyonun içindeki muhteşem geziye başladık…
Yoldaşlarımın Serkan Rodop’un gezi boyu balata ısınmasını bile bana bağlayarak sanki kilolu imişim gibi yarattığı algı ile benimle aynı teknede olmama konusundaki dikkatlerini hala çözemedim….
Matka Kanyonu’ da bir doğa mucizesi idi. Anlatması gerçekten imkansız ve yaşamak gerek diyorum.
Benim mazlum ülkemde de bunlardan vardı ama en azından Bursa’da son 60 yılda bir çoğunu insan eliyle katlettiğimizi yaşayarak biliyorum.
Matka Kanyonundan çıkarak Bulgaristan Sofya’ya doğru yola çıktık.
Tabi ki, Ulu Önder Atatürk’ün okuduğu Askeri İdadinin bulunduğu Manastır’a uğramadan olmazdı.
Okul muhteşem bir şekilde restore edilmiş ve özünü korumuştu.
Dış görünümünden etkilenerek, içeri girdiğinizde kendinizi Mustafa Kemal’in okula başladığı 1896 yılında buluyorsunuz.
Duygularınız şelale oluyor ve içinize ağlıyorsunuz.
Yaş büyüğü olarak anı defterini benim yazmamı istediler.
Ben de “ Askeri Lise öğrencisi Mustafa Kemal bu okulda okudu ve o öğrenci Türk milletinin kurtarıcısı, bütün mazlum ulusların özgürlük ve barış umudu ATATÜRK oldu”
K. Makedonya AB üyesi olmadığından sınır giriş ve çıkışlarında pasaport kontrolü ve gümrük işlemleri uygulandı. Buralarda kaptanlarımız Vedat ve Erhan’ın yarattığı mucizelerle sorunsuz olarak geçişlerimizi tamamladık.
50 kişilik otobüsün sadece tahliye ve ikmali 20 dakika sürerken, Serkan Rodop’un ihtiyaç molası veriyorum “15 dakika sonra teker döner” komutlarını bile yumuşatan Vedat ve Erhan’a teşekkür ediyorum.
Akşama doğru Sofya’ya vardık önce Katedral gezildi, ardından Cumhurbaşkanlığı, Parlamento, bakanlıklar ve elçiliklerin bulunduğu hükümet meydanında tarihi binaların arasında dolaştık ve özenle seçilmiş otelimize vardık.
Odaya yerleştikten sonra iki seçenekli bir gece yaşadık.
Bir grup eğlenceli bir Sofya gecesine katıldı.
Bir grup muhteşem bir lokantada önce 30 dakika sıra bekleyerek yemek yedikten sonra otele dönüp çarkı felek çevirmeyi seçti.
Sabah
Serkan Reis’in 10:00 da Filibe’ye hareket diyerek bize 2 saat gibi büyük bir lütufta bulunmasını minnetle karşıladık.
Kapıkule’den önce son durak olan güzelim Filibe’ye vardık.
Merkezde indik ve araç trafiğine kapalı olan ünlü cadde ve meydanını geçerek caminin altındaki kafelerde oturup çay ile özlem giderdik.
Filibe o kadar güzel bir şehir ki; günü birlik geziye de değer, üç gün konaklamak dahi yetmez.
Bursa özelinde bir şey yaparız ama yarım yamalak yaparız.
Cumhuriyet Caddesini boydan boya restore ederiz ama araç trafiğini kapatmak bir yana üstüne tramvay ekleriz. Oysa boydan boya trafikten arınmış muhteşem bir lezzet çarşısı olabilir.
Hanlar bölgesi için milyarlar harcarız ama gün batımında işletmeler kapanır, ışıklar kapanır ve insansızlaşır.
Bursa’ nın en değerli hazinelerinden biri olan Eski Kaplıca ve Armutlu Hamamı kapatılmış bir şekilde ölümü beklerken kimsenin sesi çıkmazken bizde 1. 4 gecelemeyi 4 de çıkaracağız masalı anlatan turizmcilik oynayan kurumlarımız vardır.
Bunları bir otobüse bindirip Plovdiv’i gezme cezası vereceksin ki aydınlansınlar.
Kapıkule’den sorunsuz bir şekilde geçerek vatan topraklarına ayak bastığımızda Serkan Reis’ten bir jest daha geldi ve Edirne’de Selimiye Camii meydanında Edirne Ciğeri yedik.
Laf aramızda bizim Ulucami ye giderken tarihi çarşıdaki ciğercimiz buna tur bindirir.
Saat 20:00 sıralarında Muhteşem Selimiye’nin karanlıklar içinde olduğunu görünce “Hah şimdi Türkiye’deyiz” dedim.
Neden ışıklandırılmadığını sordum.
Cami restorasyonda dediler.
Biz içeri girmeyeceği ki; dört minare ile kubbeye birer ışık tutmak çok mu zor dedim.
Doğru “ama” dediler…
Ama kısmı cümlenin sonrasını hükümsüz kıldığından tam da bizi anlatıyor.
Bursa’ya saat 03:00 gibi vardık.
Çok kısa, çok hızlı, çok yorucu, çok lezzetli bir turu, çok güzel insanlarla birlikte yaşadım ve belleğime kazıdım.
Başlarken dediğim gibi tabi ki ; bu kadar dar zaman içinde yapılan etkinlikte şöyle olsaydı böyle olmasaydı diye içimizden geçirdiğimiz şeyler olmuştur ama maharet onları çöpe atıp güzellikleri anmaktır.
Bursa Mimarlar Odası Üyeleri ve İnşaat sektörünün paydaşlarından oluşan böyle kaliteli bir grup ile yaptığım seyahatten razıyım.
Serkan Rodop şahsında Konkar Turizm ve gezi ekibine çok teşekkür ediyorum.
Meraklıları için adettendir yazmadan olmaz. Gazeteci değil, tur sakini olarak katıldığım bu güzel etkinliğin bütçesini, ekstralar dahil kendim karşıladım.
Kaynak: Osman GÜRÇAY
En Çok Okunan Haberler